Blindness (2008)


Türkçe adı: Körlük
Yönetmen: Fernando Meirelles (bkz. City of God)
Oyuncular: Julianne Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael Garcia Bernal
IMDB puanı: 6.8
Zeynop puanı: 6.6



Pek karışık duygular içindeyim sevgili okurlar. Film hakkında olumlu mu yoksa olumsuz bir eleştiri mi yazsam karar veremiyorum. Öncelikle utanarak ve sıkılarak Jose Saramago'nun Blindness adlı romanını okumadığımı bu yüzden de yazdığım her şeyin sadece film ile sınırlı kalacağını belirtmek isterim.


Film neresi olduğu belli olmayan bir şehirde bir adamın aniden ve sebepsiz yere kör olmasıyla başlar ve bu adamla temasa geçmiş herkes de yavaş yavaş kendini bu "beyaz" körlüğün içinde bulur. Körlükten etkilenmeyen tek kişi göz doktorunun karısıdır (Julianne Moore) Bu arada enteresan bir şey, karakterlerimizin, şehrin, hastalığın, kısacası hiçbir şeyin ismi konulmamış filmde, her şey adsız.


Kocasını yalnız bırakmak istemediği için kör gibi davranan Julianne Moore, diğer hastalarla beraber karantina edilmiş bir yere yerleştirilir. Körlerin arasında gören tek kişi olarak yaşamaya başlar.


Şimdi efendim, filmde beyaz rengin kullanımı öncelikle çok hoş olmuş. Yönetmenimiz gerçekten de görsel açıdan başarılı bir işe imza atmış. Julianne Moore'da gerçekten çok iyi oynamış. Ama ne yazıkki aktörlerimizin pek çoğu kör rolü yapamıyorlar, gözleri fıldır fıldır dönüyor. Film yer yer Children of Men, 28 Days Later, ya da I am Legend'ı hatırlattı bana. Bunun dışında en son The Mist adlı filmde de görmüş olduğumuz insanların zor durumlarda birbirlerine karşı cephe almaları, diktatörlük kırıntıları, iç savaşın başlaması gibi alışılmış kareler de mevcut.


Bana sorarsanız konu en başlarda gerçekten çok enteresan bir şekilde başlıyor, bu enteresanlık filmin sonuna kadar devam edemese de filmin başarılı yönleri mevcut. Lakin, film gereğinden fazla uzatılmış ve sinema açısından söylediği yeni bir şey yok. Tüm dünya kör olurken sadece bir grup insanın neden karantinaya alındığını da hala anlamış değilim.


Sonuç olarak duyularla ilgili kitapların sinemaya aktarılması zaten büyük bir risk. (bkz. Parfüm) Körlük elinden gelenin en iyisini yapmış, ve bu yüzden de ona kötü bir film diyemeyiz, ama iyi bir film de değil.


P.S:Bu arada filmde Sandra Oh ve Gael Garcia Bernal sürprizleri de var. Söylemeden geçemedim.


Rachel Getting Married (2008)



Türkçe adı: Rachel Evleniyor
Yönetmen: Jonathan Demme
Oyuncular: Anne Hathaway, Rosemarie Dewitt, Mather Zickel, Debra Winger
IMDB puanı: 7.1
Zeynop puanı: 7.3


Hüzünlü bir hikaye, ama bir o kadar da gerçekçi. Üstesinden gelinemeyen pişmanlıklar, ve bu pişmanlıkların insanların ve çevresindekilerin hayatları üzerindeki etkileri üzerine bir film Rachel Getting Married. Hikaye gayet etkileyici olmasına rağmen, oyunculukların güzelliği hikayeyi bile yer yer arka planda bırakıyor.


Anne Hathaway oyunculuk bakımından artık tamamen "olmuş" diyebiliriz. Zaman zaman düğün sahneleri gereğinden fazla uzatılmış olsa da, hayatta gördüğüm en güzel düğüne de ev sahipliği yapan ve müzikleriyle insanın içine işleyen bu dokunaklı filmi herkese tavsiye ediyorum.

Nick and Norah's Infinite Playlist (2008)



Türkçe adı: Nick ve Norah'nın Bitmeyen Şarkıları
Yönetmen: Peter Sollett
Oyuncular: Michael Cera, Kat Dennings, Ari Graynor, Rafi Gavron
IMDB puanı: 6.9

Zeynop puanı: 6.5


Juno benzeri bir açılışla başlayan ve Juno'nun esas oğlan kahramanını bünyesinde barındıran Nick and Norah's Infinite Playlist, ne yazıkki başarı adına Juno'nun yakınından uzağından geçemiyor.
Filmin konusuna bakmak gerekirse, Nick kendisine pek uygun olmayan sevgilisinden ayrılmış ama hala bu durumu atlatamamış liseli bir gençtir. Eski sevgilisi için karışık CD'ler yapmaktadır ve bu yaptıkları eski kız arkadaşının umrunda bile değildir. Lakin Norah, Nick'i tanımamasına rağmen, yaptığı karışık CD'lerden dolayı Nick'e karşı sıcak duygular beslemektedir. Bir gece ansızın bu ikili karşılaşırlar, tanışırlar ve müzikle dolu upuzun bir gece onları beklemektedir.

Eğer şöyle hoşça vakit geçireyim, eğlencelik bir film izleyim diyorsanız buyrunuz diyeceğim ama film aslında o kadar eğlencelik de değil, ve çoğu zaman da inandırıcılıktan uzak. Başrollerdeki Michael Cera ve Kat Dennings'in de beyaz perde kimyaları hiiç ve hiiç uyuşmamış. Michael Cera filmdeki sevdiceği Kat Dennings'in küçük kardeşi gibi durmuş vallahi.


Sonuç olarak, size kalmış diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum.

The Visitor (2007)





Türkçe adı: Ziyaretçi
Yönetmen: Thomas McCarthy
Oyuncular: Richard Jenkins, Haaz Sleiman, Danai Gurira
IMDB puanı: 7.9
Zeynop puanı: 6.5


Bu filme karşı çeşitli beklentilerim vardı. İzleyeceğimi, çok beğeneceğimi, kendimi çok iyi hissedeceğimi, yüzümde de bir gülümseme oluşacağını düşünüyordum. Afişi böyle içimi ısıtmıştı, hem Richard Jenkins'i de bir Six Feet Under hastası olmamdan dolayı çok severim.


Ama ne yazıkki film klişe üstüne klişe yaratarak tüm beklentilerimi ters düz etti. (ters yüz müydü yoksa?)


Filmin konusu şöyle efendim. Bir üniversite profesörü olan Walter, bir konferansta makale sunmak için New York'a gelir. Kendisinin New York'ta senelerdir uğramadığı bir dairesi vardır (bu hiç inandırıcı değil mesela, insanın New York'ta dairesi olur da uğramaz mı hiç?) Evine girdiği zaman içeride kalan iki göçmenle karşılaşır. (Tarık ve Zeynep: ) Evin boş olduğu söylenerek daire onlara kiralanmıştır. Walter bu iki kişiye acır ve New York'ta olduğu sürece onunla kalabileceklerini söyler. Walter karısının ölümünden sonra kendini bir yalnızlık içinde bulmuştur, ve bu iki kişinin yaşadığı sorunların dışında kalamayacaktır. Kaçak göçmenlerle olan bu birlikteliği ona daha önce farkında olmadığı yönlerini de keşfettirecektir.


Film güzel başladı, lakin kör gözün parmağı misali, sürekli Özgürlük Heykeli, Amerikan bayrağı, yok efendim duvarlardaki göçmenleri seviyoruz posterlerini çekerek bariz bir Amerikan eleştrisi yapmaya başladı. Filmlerin yapmaya çalıştığı şeyi seyircinin gözüne soka soka yapması ve izleyiciye hiçbir şey bırakmaması beni hiç mutlu etmemiştir. The Visitor için de durum farklı olmadı. Film uzadıkça uzadı, mesaj verildi bitti ama film bir türlü bitmedi.


Sonuç olarak Richard Jenkins'i hala seviyoruz, ve ne yaparsa izlemeye varız ama The Visitor olmamış. Cık.

The Wrestler (2008)




Türkçe adı: Şampiyon
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncular: Mickey Rourke, Marisa Tomei, Evan Rachel Wood
IMDB puanı: 8.5
Zeynop puanı: 9


Slumdog falan bahane The Wrestler pek bir şahane demek istiyorum sevgili sinema severler.

Kısa ve öz yazacağım bu seferlik.


Slumdog Millionaire'de oyunculuk falan pek bir yoktu bilmem katılır mısınız bu fikrime. Görsel olarak hoş, güzel filmdi ama benim için sadece hoş bir seyirlikten ibaretti. The Curious Case of Benjamin Button ise görsellik ve oyunculuk bakımından pek bir başarılı olmasına rağmen, senaryo konusunda ne yazıkki acıcık sınıfta kalıyordu.


Bu filmlerin karşısında The Wrestler benim için her bakımdan ve her yönüyle "olmuş" bir film, insana hissettirmek istediği her şeyi hissettiriyor. Görsel oyunlara ve efektlere pek ihtiyaç duymadan anlatmak istediği hikayesini anlatıyor ve sizi midenizde bir düğümle baş başa bırakıyor.


Aronofsky çok yaşasın, çok çok filmler yapsın, Mickey'e Oscar vermeyen eller kırılsın, Marisa Tomei'de artık yan rollerden başrollere geçiş yapsın temennilerinde bulunarak huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Martyrs (2008)



Türkçe adı: İşkence Tarikatı
Yönetmen: Pascal Laugier
Oyuncular: Morjana Alaoui, Mylene Jamponoi
IMDB puanı: 7.2
Zeynop puanı: 7.5


Korku filmleri sevenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bu Fransız korku sineması örneğini !fAnkara sayesinde izleme şansına eriştim.


Öncelikle, eskiden çok sevmeme rağmen artık korku filmlerine pek tahamül edemediğimi söylemek isterim. Bunun sebebi filmlerin kötü olması falan değil artık benim artık şiddet, işkence, kan kaldıramayacak durumda olmam.


Martyrs kesinlikle içi boş bir korku filmi değil, hatta bize Fransız korku sinemasının ne kadar yol katettiğini gösteriyor. Filmin konusuna gelirsek bir seneden fazla bir süredir kayıp olan Lucie adlı küçük kız kanlar içinde bir yol kenarında bulunur. Lucie başına gelenler hakkında konuşmak istemez ama yerleştirildiği yetimhanede Anna adlı bir kızla çok yakın bir arkadaşlık kurar. Seneler sonra kendisini bu hale getiren kişilerden intikam almaya karar veren Lucie kendisine işkence yaptığını düşündüğü bir aileyi katleder. Her zaman onun yanında olan arkadaşı Anna'yı ise cehennemi aratmayacak günler beklemektedir.


Filmin ilk yarısı insanı yerinden zıp zıp zıplatan bir korku filmi görünümünde ama ikinci yarısında film bambaşka bir kimliğe bürünüyor ve izleyicileri fiziksel ve ruhsal bir işkenceye tanıklık etmeye zorluyor. Çoğu kişinin aksine filmin bu ikinci kısmı beni daha çok gerdi ve daha çok rahatsız etti.


Filmden çıktığımda bir daha uzun süre korku filmi izlememe konusunda kendime söz verdim. Ve bu filmin kötülüğünden değil, tam tersi başarısından kaynaklanıyor.


Sonuç olarak İşkence Tarikatı'nı izlemeli misiniz? Gerçek korku sineması bildiğiniz gibi Amerika'da falan değil Asya ve Avrupa'da yapılır, ve bu film de kesinlikle üzerine aldığı görevden alnının akıyla çıkmış. İşkence Tarikatı korkutan, geren, rahatsızlığın zirvelerinde dolandıran bir film. Ama psikolojim bozulmasın, hayatıma güzel güzel devam edeyim diyorsanız uzak durunuz efenim.