Lynch: Behind the Curtain (2007)




Türkçe adı: Lynch: Perdenin Arkasında
Yönetmen: Black and White
IMDB puanı: 7.1
Zeynop puanı: 6.5



!fAnkara festivali çerçevesinde dün akşam bir David Lynch belgeseli olan Lynch: Perdenin Arkasında adlı filmi izlemiş bulunuyorum. Pek pek sevdiğim bir yönetmen olan David Lynch hakkında bir belgesel yapılmış olması beni çok sevindirmişti ve bu belgeselin David Lynch'in filmografisine bir bakış niteliğinde olacağını sanmıştım ama sadece son filmi Inland Empire'ın yapım süreci sırasında çekilmiş olması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı.


Aslında tam olarak Inland Empire'ın yapım süreci de diyemeyiz film için çünkü filmin yapım süreci diye bir şey yok ortada. Film Lynch'in tanımıyla bir "deney"niteliği taşıyor, yani oturup saatlerce izleyip tam olarak bir şey anlayamamız doğalmış. Lynch'de filmi çekerken ne yaptığını bilmiyor, o yüzden de sürekli bir stres içinde. Oyuncular da ne olup bittiğinin farkında değil. Lynch ne yapmalarını söylerse onu yapıp, kopuk kopuk sahnelerde rol alıyorlar.


Belgeselin odak noktası fazla spesifik, o yüzden bir Lynch belgeseli dememiz zor. İzleyiciye istediğini vereceği konusunda da şüpheliyim. Şahsen beni tam olarak tatmin etmedi ama Lynch'in nasıl çalıştığı konusunda bilgi sahibi oldum. Bir de Lynch'in film dışında uğraştığı şeyler de inanılmaz. Çektiği fotoğraflar ve hazırladığı tablomsu sanat eseri, Inland Empire'dan çok daha başarılı.


Peki filmi izlemeli misiniz?

Hmmm emin değilim.

In Bruges (2008)



Türkçe adı: Gösterime girmediği için yok.
Yönetmen: Martin McDonagh
Oyuncular: Colin Farrell, Brendan Gleeson, Ralph Fiennes, Thekla Reuten
IMDB puanı: 8.1
Zeynop puanı: 7.8


Oscar ödüllerinin açıklanması şerefine, aday filmlerimizden izlediklerimle ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. In Bruges bu sene en iyi orjinal senaryo dalında Oscar'a aday gösterildi fakat ödülü Gus van Sant'in yönetmenliğindeki Milk adlı filme kaptırdı.


Filmimiz adından da anlaşılacağı gibi Belçika'nın Bruges adlı şehrinde geçiyor. Son işleri hüsranla sonuçlanan iki kiralık katil Ray (Colin Farrell) ve Ken (Brendan Gleeson) Bruges kentine gelip patronlarından gelecek bir sonraki talimatı beklemek üzere bir otele yerleşirler. Lakin, patrondan gelen talimat bu ikiliyi zor bir kararın eşiğine getirir.


In Bruges internette komedi, suç ve drama filmi olarak sınıflandırılmış ama filmdeki komedi ögesi olayların absürdlüğünden kaynaklanıyor. (bkz. Burn After Reading) In Bruges için yer yer komik ögeler barındıran ama dramatik yönü ağır basan bir kara film desek de yanlış olmaz heralde.


Bruges şehri filme inanılmaz güzel bir şekilde yedirilmiş, karakterlerin bu şehirde kendilerini içinde bulundukları çıkmaz ise çok başarılı bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. Filmin sürprizi ise Ralph Fiennes.


"İzleyelim mi?" diye sorarsanız, size cevabım "Daha ne bekliyorsunuz?"


Wendy and Lucy (2008)





Türkçe adı: Wendy ve Lucy
Yönetmen: Kelly Reichardt
Oyuncular: Michelle Williams, Wally Dalton, Will Patton ve de bir köpekcik
IMDB puanı: 7.5
Zeynop puanı: 7


Sakin ve sessiz bir Amerikan bağımsız sinema örneği Wendy & Lucy. Alaska'ya iş bulmak için gitmekte olan Wendy (Michelle Williams)'nin küçük bir kasabada arabası bozulur ve ne yazıkki arabasını tamir ettirmek için yeteri kadar parası yoktur. Tek sahip olduğu şey köpeği Lucy'dir ama ne yazıkki başlarına gelecek tek şansızlık arabanın bozulması olmayacaktır.


Wendy & Lucy, Amerika gerçeğini yüzümüze vuruyor ve her şeyin aslında Hollywood filmlerinde gösterildiği kadar güllük gülistanlık olmadığını bize gösteriyor. Maddi destek, iş güvencesi, aile desteği, tanıdık insanlar olmadan bir insan hayatını nasıl düzene koyar? Ya da koyabilir mi? Film bu sorulara cevap arıyor. Wendy & Lucy yavaş ve sessiz bir şekilde ilerliyor ama film boyunca Wendy'nin hisleriyle kendimizi özdeşleştirmemiz hiç de zor olmuyor. (Michelle Williams'a bu güzel performansı için de kocaman bir alkış)


Yakında Ifistanbul'da da gösterime girecek bu ufak filmi bence izleyin.




The Curious Case of Benjamin Button (2008)




Türkçe adı: Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi
Yönetmen: David Fincher
Oyuncular: Brad Pitt, Cate Blanchett, Tilda Swinton, Jason Flemyng
IMDB puanı: 8.4
Zeynop puanı: 8


Bu senenin en merakla beklediğim filmlerinden birini sonunda izlemiş bulunuyorum. En sevdiğim erkek oyuncuyu, en sevdiğim kadın oyuncuyu bir de en sevdiğim yönetmenlerden birisini bir araya getiren bu filmin "En sevdiğim filmler Top 10" listeme gireceğini düşünüyordum, olmadı, ama yine de ağzımda çok hoş bir tat bıraktı.


The Curious Case of Benjamin Button, Amerika'nın en tanınan yazarlarından birisi olan Scott Fitzgerald'ın (bkz. Muhteşem Gatsby) aynı isimli hikayesinden uyarlanmış. Forward maillerin en popülerlerinden olan "Hayatı tersten yaşasak ne güzel olur değil mi?" ye bir cevap niteliği taşıyor.


Gözünde katarakt, bacaklarında romatizmalarla yaşlı bir adam olarak dünyaya gelen Benjamin Button karakterinin yaşlılıktan gençliğe ve çocukluğa doğru uzanan yaşamına Benjamin'in günlüğünden sayfalarla şahit oluyoruz.


Film hakkında söyleyecek çok şey var aslında, mesela savaşta ölen gençler anısına tren istasyonuna koyulan geriye doğru çalışan saat. Oğlunu savaşta kaybeden saatçi kör bir adam, zaman geriye işlese, oğullarımız savaşa aslında hiç gitmemiş olsa düşüncesiyle ters yöne doğru çalışan bir saat yapar. Ama Benjamin karakterinde bu geriye gidişin aslında çok da hoş bir şey olmadığını görüyoruz.


Film, uzun ama sıkıcı olmaktan çok uzak bir roman gibi. (Yer yer Forrest Gump havalarına'da bürünmüyor değil) Yönetmenin Fincher olduğunu ise afişte yazmasa asla tahmin edemezdim. Önceki aykırı filmlerinden (bkz. Fight Club, Se7en, Alien 3) farklı olarak Fincher bu kez popüler bir Hollywood sineması ürününe imza atmış. Büyük bütçeli Hollywood filmlerinde olan tüm elementler bu filmde de mevcut. Ama konusu itibariyle yine de klişe olmaktan uzak olmayı başarıyor.


Sonuç olarak kesinlikle izlenmesi gereken bir film The Curious Case of Benjamin Button. David Fincher, Brad Pitt, Cate Blanchett, Tilda Swinton, muhteşem müzikler, inanılmaz görüntüler, hayatın anlamına dair ufak alıntılar ve de hoş bir hayat dersi için. İzleyiniz efenim.


Bu arada 13 adaylığı olmasına rağmen filmin En iyi Film, En iyi Erkek Oyuncu Oscar'larını alabileceğini pek sanmıyorum. Ama makyaj konusunda bu filme Oscar vermezlerse Akademi'ye çok darılırım. :P

Changeling (2008)




Türkçe adı: Sahtekar
Yönetmen: Clint Eastwood
Oyuncular: Angelina Jolie, John Malkovich, Gattlin Griffith, Michael Kelly
IMDB puanı: 8.1
Zeynop puanı: 7.7


1980 yapımı bir korku filmi vardı aynı isimde. Changeling adı altında 2008 yılında gösterime girecek bir film çekildiğini duyunca, bu 80 yapımı korku filminin tekrar çekildiğini düşünmüştüm. Ama yanılmışım. 2008 Changeling'inin 1980 Changeling'iyle yakından uzaktan alakası yok.


2008 Changeling'i yönetmenlik vasıflarını geç te olsa keşfetmiş olan, ve bu yolda emin adımlarla ilerleyen tipik bir Clint Eastwood draması. Clint Eastwood draması olarak ne demek istiyorum peki? Yönetmenin Mystic River, Million Dollar Baby gibi filmlerini eğer izlediyseniz, neden söz ettiğimi gayet iyi biliyorsunuzdur. Clint Eastwood, filmlerinde, insanların başlarına gelen talihsiz olaylar sonucunda bu insanların nasıl hayatlarına devam edebileceklerini, bu acılarla nasıl başa çıkabileceklerini irdelemekten çok hoşlanıyor. Changeling'de ise acıların neredeyse en büyüğüne şahit oluyoruz. Çocuğu kaçmış/kaçırılmış bir annenin oğlunu bulmak için neleri göze alabileceğini görüyoruz. Bunun yanında ise film, emniyet teşkilatının yozlaşması, bir polis devleti yaratılma çabaları gibi olayları 1928 Amerika'sını merkeze alarak incelemiş.


Angelina Jolie ise filmde gerçekten çok çok başarılı.(Bu sene en iyi kadın oyuncu dalında Oscar'a aday gösterildiğini de hatırlatalım) Çocuğu kaybolmuş bir annenin yaşayabileceği tüm duyguları gözleriyle ve yüz ifadeleriyle eksiksiz anlatıyor. Filmin bir diğer sürprizi de John Malkovich.


Peki filmin kötü yönleri neler? Şöyle söyleyeyim, film izleyici bunaltmak için elinden geleni ardına koymuyor. İzleyici tam "oh be" diyeceği zaman, başka bir olayla yeniden sarsılıyor ve bu bunalım, stres, üzüntü, şaşkınlık ve merak olguları film bitene kadar izleyiciyi rahat bırakmıyor. Mystic River'ı da aynı duygularla izlemiştim mesela. Clint Eastwood izleyiciye istediğini vermeme konusunda çok kararlı. Filmin başında çıkan "Gerçek bir hikaye" ibaresi ise, izleyicinin üzüntüden "Amaan nasılsa sadece film" kaçışını da imkansızlaştırıyor.


Sonuç cümlemize gelirsek ise eğer mutlu, mesut, neşeli bir gününüzdeyseniz bu filmden uzak durun, eğer çok hüzünlü bir gününüzdeyseniz yine uzak durun. Ama normal bir gününüzde şöyle içi dolu, etkileyici bir film izleyim diyorsanız, buyrunuz size Changeling.

La Pianiste (2001)


Türkçe adı: Piyanist
Yönetmen: Michael Haneke
Oyuncular: Isabelle Huppert, Benoit Magimel, Annie Girardot
IMDB puanı: 7.2
Zeynop puanı: 7.6


Haneke yine Hanekeliğini konuşturup çok çok rahatsız edici bir filme imzasını atmış. Peki rahatsız edici olması bir filmin kötü olduğunu mu gösterir? Kesinlikle hayır. Haneke izleyicisini koltuğa çivilemek istemiş, ve Erika gibi çok karşılaşılmayan bir karakteri ekrana getirerek de bunu başarmış.


La Pianiste yani Piyanist filmi Nobel Edebiyat ödüllü Elfriede Jelinek'in aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanmış. Filmdeki ana karakterimiz Erika, konservatuarda piyano öğretmenliği yapan ve annesiyle yaşayan bir kadındır. Babası akıl hastanesinde ölümle pençeleşirken, annesi ise hala ona küçük bir çocuk gibi davranmaktadır. Öğrencilerini aşağıladıkça kendini iyi hisseden Erika'nın ayrıca gizli sadomazoşist eğilimleri vardır. Bir gün bir davette genç ve yakışıklı mühendis Walter'la tanışan Erika genç adamdan hemen etkilenir ve bastırdığı duyguları bu ilişki fırsatı neticesinde su yüzüne çıkmaya başlar. Hem Walter'ı hem de Erika'yı şiddet, aşk, nefret, iğrenme dolu günler beklemektedir artık.


Sinemada şimdiye kadar gördüğünüz bütün sapkın karakterleri bir kenara koyun, Isebella Huppert'in canlandırdığı Erika karakteri sizi şaşkınlıktan kıpırdayamaz hale getirecek bir güç taşıyor. Bu muhteşem oyunculuğunun Huppert'e Cannes Film Festivali dahil pek çok festival ve ödül töreninde En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandırması da hiç şaşırtıcı değil.


Sonuç olarak Haneke sinemasını seviyorsanız ve psikanaliz kitaplarında yer alabilecek güçte bir karakter çözümlemesinin bir parçası olup psikolojik rahatsızlık sınırlarınızı zorlamak istiyorsanız kesinlikle izleyiniz.