Righteous Kill (2008)


Türkçe adı: Orjinal Cinayet(ler)
Yönetmen: Jon Avnet
Oyuncular: Robert De Niro, Al Pacino, 50 Cent, Carla Gugino, Donnie Wahlberg, John Leguizamo
IMDB puanı: 6.7
Zeynop puanı: 6

İstenmeden verilen uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar pek değerli sinema severler. Bugün ele alacağım film Al Pacino ve Robert De Niro'yu bizlere tekrar karşılıklı izleme şansı getiren ve yeni gösterime giren Righteous Kill adlı film.

Film, Turk (De Niro) ve Rooster (Pacino) adlı iki dedektifi hikayenin merkezine alarak suç, ahlak ve adalet üçgenini sorgulamaya çalışmış (fakat ne yazıkki sadece çalışmakla kalmış) De Niro'nun canlandırdığı dedektif Turk'un cinayet itirafıyla başlayan film, günümüz modasına uyarak flashbacklerle izleyiciyi alıp olayın çıkış noktasına götürüyor, ve olayların gerçek seyrini yavaş yavaş gözler önüne seriyor.

Sadece afişteki iki büyük aktörün resmine bakarak bile gidilesi olan bu film, üzülerek söylüyorum ki, üzerine aldığı bu asli görevin üstesinden gelememiş. Senaryo basit, yönetmenlik vasat ve konu ve filmin gidişhatı gayet tahmin edilebilir. Al Pacino ve Robert De Niro gibi iki muhteşem isme oyunculuklarını sergileyebilecekleri bir fırsat dahi verilmemiş. Karakterlerin hiçbirisi derinlemesine incelenmemiş ve bu yüzden yüzeysellikten öteye gidemiyorlar; ek olarak eksik senaryo yazımından ötürü karakterlerin güdüleri, inançları ve yaptıkları belirli bir mantık çerçevesine de bir türlü oturmuyor (Bu filmde oynamayı neden kabul etmişler anlaşılır gibi değil zaten)

Görünen o ki yapımcıların yalnız tek bir isteği varmış, o da bu iki ismi bir arada kamera karşısına getirmekmiş; bu amaca ulaşılınca senaryo, görsellik, yönetmenlik vs gibi sinemayı sinema yapan diğer bütün önemli unsurları göz ardı etmişler ve sonunda da ortaya böyle "olmamış" bir film çıkmış.

Filmin adı Türkçeye Orjinal Cinayet diye çevrilmiş ama filmin ismindeki "righteous" kelimesinin gerçek anlamı "erdemli". Yani gerçek adı Erdemli Cinayet olması gereken bu filmden "erdem nedir?" "cinayetin erdemlisi olur mu?" gibi sorulara cevap vermesini ya da en azından bu soruları ortaya çıkarmasını beklerdim. Ama bunu "Dexter" adlı televizyon dizisi çok daha iyi yapıyor.

Bu arada filmdeki tek kadın karakterin de dedektifler arasında seks kölesi gibi kullanılması hiç hoş olmamış.

Sonuç olarak ilerleyen yaşlarına rağmen Robert De Niro ve Al Pacino yu izlemek, hele de Heat filminden sonra tekrardan beraber izlemek, yadsınamaz bir keyif (De Niro daha güzel yaşlanmış bu arada:) ama sinema adına birşeyler bekliyorsanız beklentilerinizi bilet gişesinde bırakıp salona öyle girin derim ben.

Hollywood Ending (2002)




Türkçe adı: Hollywoodvari Bir Son
Yönetmen: Woody Allen
Oyuncular: Woody Allen, Tea Leoni, George Hamilton, Treat Williams, Debra Messing
IMDB puanı: 6.2
Zeynop puanı: 6.6


Woody Allen’ın sinema izleyicileri için ya çok sevilen ya da nefret edilen bir yönetmen olduğu aşikar. Woody ne yapsa beğenirim diyebilecek kadar koyu bir Woody Allen taraftarı olmamakla birlikte, yaptığı filmlerin %90’ını severek, beğenerek izlemişimdir. Hatta şimdiye kadar en beğendiğim filmler listesinde Annie Hall zirveye oynamaktadır bile diyebilirim. Hollywood Ending'in Woody Allen’ın en beğenilmeyen filmlerinden birisi olduğunu duymuştum. Amerika’da çok düşük bir box office kazancı sağlayan, uluslararası bakımdan biraz daha başarılı olan, lakin İngiltere’de gösterime bile giremeyen bir filmden bahsediyoruz burada.
Hollywood Ending’in konusundan kısaca söz etmek gerekirse. Val, zamanında Oscar kazanmış ama daha sonra işleri bir türlü yaver gitmemiş ve artık saçma sapan reklam filmleri çeken bir yönetmendir. Val’in eski karısı Ellie ise ünlü bir film stüdyosunun patronu olan Ed ile beraberdir. Stüdyonun hazırladığı, New York hakkında çekilecek bir filmi yönetmesi için Val’e teklif götürülür. Fakat, yönetmenin “büyük dönüşü” olabilecek bu filmin çekimlerine başlamadan bir gün önce Val’a psikomatik körlük teşhisi koyulur. Bu fırsatı elinden kaçırmamak için Val, menajeri ve kendisine yardımcı olabilecek tek kişi olan çinli kameramanın tercümanı hariç kimseye bu konuda bir şey söylemez.

Film dıştan basit bir fars olarak görünse de aslında içinde sanatsal yaratının zorlukları, ailenin önemi, Hollywood’da işlerin işleyişi, Fransız sinemasının özü ve körlük gibi temalarda alttan alta ufak mesajlar da taşıyor. Yönetmenin körlüğü ise fiziksel körlükten çok zihinsel bir körlüğün metaforu şeklinde sunulmuş izleyiciye. Spoiler olabilir, dikkat ediniz: Filmin sonunda Val’in kör bir biçimde çektiği film Amerika’da yerden yere vurulurken, değişik teknikler kullanıp sinema dilini altüst ettiği için Fransa’da büyük beğeni kazanıyor. İşin ironik yanı ise Woody Allen’in Hollywood Ending adlı bu filminin Amerika’da aynen filmdeki gibi beğenilmeyip 2002 yılı Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan film olması. Yani, Val’in tabiriyle “Thank God the French exist.”

Sonuç olarak Hollywood Ending, yer yer Woody Allen’ın ince mizahından nasibini alan, izlemesi keyifli ama daha fazlası olmayan bir film olmuş. Eğer Woody Allen izlemeye yeni başlıyorsanız size tavsiyem Annie Hall, Zelig, Manhattan ya da Manhattan Murder Mystery ile başlamanız olacaktır.

MirrorMask (2005)



Türkçe adı: Aynadan Maske
Yönetmen: Dave McKean
Oyuncular: Stephanie Leonidas, Jason Barry, Gina McKee, Rob Brydon
IMDB puanı: 7.1
Zeynop puanı: 7.6


Kız odasında oturmaktadır, aklında geleceği ile ilgili planları, hayalleri. Annesi odaya gelir, tartışma başlar. Kız oralardan gitmek ister, annesi onu kaybetmek istemez. “Bir gün ölümüme sebep olacaksın” diye sitem eder kızına. Kız da o anın siniriyle “keşke” der annesine. O gece anne sirkteki gösterisinden önce fenalaşır, hastaneye kaldırılır. Kızı hep ziyaret eder onu hastanede. Üzüntüsünü, özrünü bir türlü dile getiremez, çizimleriyle kartlarıyla, hayal gücüyle annesine hissettiklerini anlatmaya çalışır. Anne anlar kızını, dert etmemesini, üzülmemesini ister. Akşam eve telefon gelir, annenin durumu kötüleşmiştir, ameliyata alınacaktır.

Kız uyur ve bilinçaltındaki üzüntü, pişmanlık duygularıyla bezenmiş, maskeli insanlar, sokaklarda gezen balıklar, defter sayfası yiyen kediler, “seni sevmiyorum,kötü kitap” diye bağırınca üzülüp şehir kütüphanesine geri dönen kitaplarla dolu bir dünyaya açar gözünü. Işığın dünyası, gölgeler diyarından gelen kötü güçlerin etkisi altındadır. Kızın yapması gereken de Aynadan Maskeyi bulup bu duruma bir son vermek ve Işığın kraliçesini uykusundan uyandırmaktır.

Neil Gaiman yazmış (Sandman çizgi romanlarını biz fanilere bağışlayan ve Stardust adlı fantastik romanı sinemaya uyarlanan ünlü yazar). Dave McKean yönetmiş (Sandman ve Hellblazer çizgi romanlarının çizeri). Bu üstün hayal gücü sahibi beyin takımından kötü bir işin çıkacağını düşünmek zaten büyük bir hata olurdu. Gaiman ve McKean ikilisi ellerindeki kısıtlı imkanlarla, hem görsel hem de hikayesel (böyle bir kelime var mı acaba? hmm) bakımdan çok başarılı ve etkileyici bir filme imza atmışlar. Sinema filmlerinde yüzlerini görmeye pek aşina olmadığımız oyunculardan oluşan geniş oyuncu kadrosu da filmde eleştiriye yer vermeyecek şekilde, tertemiz performans sergiliyorlar. Özellikle başroldeki Kıbrıs asıllı oyuncu Stephanie Leonidas'a dikkat çekmek isterim. Belki biraz alakasız ama "screen presence"ı (iğrencim biliyorum ama çeviremedim Türkçe'ye) bana Ellen Page'i hatırlattı.

Efenim, sonuç olarak uzun lafın kısası, güzel film, hoş film. Fantastik türde filmleri seviyorsanız izleyiniz, izletiniz.

Mirrors (2008)




Türkçe adı: Aynalar
Yönetmen: Alexandre Aja
Oyuncular: Kiefer Sutherland, Paula Patton, Amy Smart
IMDB puanı: 6.2
Zeynop puanı: 5.7



Mirrors, The Hills Have Eyes adlı filmin 2006 senesindeki yeniden çevrimiyle adını duyurmuş olan yönetmen Alexandre Aja'nın ikinci büyük filmi. Bu arada Mirrors da Geoul Sokeuro (2003) adlı Güney Kore filmi'nin yeniden çevrim Amerikan versiyonu (Hollywood sözüm sana, başkalarından medet umma, kendi malzemeni kendin yarat artıkın.) Başrolde de 24 dizisinin Jack Bauer'i Kiefer Sutherland var.

Kısaca konuyu özetlemek gerekirse, Ben Carson (Kiefer Sutherland) bir polis memurunun ölümüne sebep olduğu için askıya alınan bir gizli dedektiftir. Gerçek işine geri dönemediğinden dolayı ise para kazanmak için yanmış eski bir alışveriş merkezinde gece bekçisi olarak göreve başlar. (Yanmış alışveriş merkezinin gece bekçisine neden ihtiyacı olur diye uzun uzun düşünmelerimiz sonucunda, tinerciler, evsizler orayı mekan bellemesinler diye olabilir dedik ama hala tam oturmadı) Bu görevi sırasında alışveriş merkezindeki aynalar kendisiyle iletişim kurmaya başlar ama tabi ki bu bir korku filmi olduğundan dolayı, bu iletişim pek de kurulmak istenen türden bir iletişim değildir. Ben Carson'un yapması gereken ailesini ve sevdiklerini korumak için aynaların ondan ne istediğini anlamak ve bu taleplerini yerine getirmektir.

Film için tam anlamıyla bir klişeler cümbüşü diyebiliriz ve işin kötü yanı Mirrors, bu klişeleri dalga geçmek için değil, tam aksine gayet ciddi bir biçimde kullanıyor. Örneğin, Ben Carson, işini kaybettikten sonra alkole başlamış ve bu yüzden de eşiyle ayrılmış ve ailevi sorunlar yaşamaktadır.(Klişe 1) Aynalar geçmişte aynı mekanda olan bir olaya işaret etmektedir.(Klişe 2) Ve daha niceleri.. Filmin korku ve gerilim adına verdiği tek his ne yazıkki anlık sıçramalardan ibaret. Spoiler vermeyeceğim ama sürpriz son diye ballandırıla ballandırıla anlatılan olay da filmin başından beri izleyicinin gözüne sokuluyor zaten, ve dikkatli bir izleyici olayların nasıl sona ereceğini gayet kolay bir şekilde tahmin edebilir.

Kiefer Sutherland'e gelince özellikle filmin sonlarındaki aksiyon sahnelerinde tam bir Jack Bauer'a dönüşüyor. Her an CTU'da Chloe'yi arayıp yardım isteyebilirmiş gibi geldi bana. Öyle üstün oyunculuk kabiliyeti gerektirmeyen bu filmde Sutherland'in aktörlüğüyle ilgili bir yorumda bulunamayacağım.

Kısaca yer yer gerilmek, zıplamak istiyorsanız izleyin ama benim fikrimi sorarsanız Mirrors zıplatırken bile sıkıcı olmayı başaran bir film, kanlı sahneler ise sadece mide bulandırıcı.