The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2007)


Türkçe adı: Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti
Yönetmen: Andrew Dominik
Oyuncular: Brad Pitt, Casey Affleck, Sam Shepard, Sam Rockwell
IMDB puanı: 7.7
Zeynop puanı: 8.5



Çok çok güzel bir film. Durağan, ağır ilerliyor, sonunu baştan, hatta filmin isminden biliyoruz ama "it's the journey, not the destination" demiş atalarımız;doğru söylemişler. Uzun zamandır çıktığım en güzel yolculuklardan birisiydi bu film. Bittiğinde uzun ve güzel bir kitap okumuş gibi hissettim.


Konu 1800lü yıllarda Amerika'yı etkisi altına almış olan haydut Jesse James (Brad Pitt) in Robert Ford (Casey Affleck) tarafından nasıl öldürüldüğü üzerine kurulmuş. Brad Pitt, Jesse James olmak için biraz fazla yakışıklı belki ama yine de güçlü yönleriyle, zayıflıklarıyla, kötülükleri ve iyilikleriyle Jesse James karakterini çok güzel ekrana yansıtmış. Ben Affleck'in (ıyk! ögh!) küçük kardeşi Casey Affleck ise gerçekten harikalar yaratmış. (Bu rolüyle "En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu" Oscar'ına aday olmuştu zaten)


Yönetmenlik, görüntüler, müzik, oyunculuk herşey tam olması gerektiği gibi. Filmin ufak sürprizleri de var. Amerika'nın Batı'sını en iyi yansıtan oyun yazarlarından biri olan Sam Shepard ve pek sevgili müzik adamı Nick Cave'de (kendisi filmin müziklerine de imza atmış) filmde ufak rollerde boy gösteriyorlar.


Sonuç olarak bu filmi ya çok seveceksiniz, ya da sıkıntıdan patlayacaksınız. Ben ilk gruba dahilim.

Burn After Reading (2008)



Türkçe adı: Aramızda Casus Var
Yönetmen: Ethan & Joel Coen
Oyuncular: George Clooney, Frances McDormand, Brad Pitt, John Malkovich, Tilda Swinton
IMDB puanı: 7.5
Zeynop puanı: 8


Coen biraderlerin (Cohen değil, Coen) son filmi, Burn After Reading'i sonunda izleme fırsatı buldum. Filme dair beklentilerim fazla yüksek değildi çünkü çoğu okur yorumunda filmin sıkıcı ve gereksiz olduğundan söz ediliyordu. Ama bir daha ne yapıyoruz, bu yorumları dikkate almıyoruz çünkü Muro'ları, Çılgın Dersane'leri yücelten bu üstün sinema birikimli kitlenin, bu filmi beğenmemesinden daha doğal birşey olamaz sanırım.


Burn After Reading tipik bir Coen kardeşler filmi. No Country For Old Men'den sonra alışılmış sulara geri dönen Joel ve Ethan Coen yine absürdlüklerle dolu kapkara bir komediye imza atmışlar. Film için, sıradan insanların sıradan olmayan durumlarla karşılaştığında ortaya çıkan anormal olaylar silsilesi diyebiliriz.


İşinden "istifa eden" eski CIA ajanı, Osbourne Cox (John Malkovich), işsiz geçirdiği günlerde anılarını yazmaya karar verir ve içinde bu anıların olduğu CD, fitness salonu çalışanı Chad (Brad Pitt) ve Linda (Frances McDormand) tarafından bulunur. Linda, estetik ameliyat masraflarını karşılayabilmek için bu CD'yi birilerine satmaya karar verir.


Konuyu uzun uzun yazmayacağım, herşeyi izleyip kendinizin görmesi çok daha yerinde olacaktır. Bu filmden söz edip, oyuncu kadrosundan bahsetmemek tabi ki olmaz. Filmin oyuncuları gerçekten inanılmaz. Coen'lerin kadrolu oyuncularından olan George Clooney ve Francis McDormand'ın yanısıra önemli rollerde John Malkovich, Brad Pitt ve Tilda Swinton da var ve bu oyuncuların hepsi rollerinin üstesinden hakkıyla gelmişler.


Film absürd bir komedi olarak görülse de aslında gizli teşkilat, istihbarat konularına, Amerika'yı avucunun içine alan estetik ameliyat ve daha güzel olma takıntısına da inceden inceye dokunduruyor.


Yine sonuç cümlemize gelirsek, bu filmi kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.

Dan in Real Life (2007)




Türkçe adı: Şamar Oğlanı
Yönetmen: Peter Hedges
Oyuncular: Steve Carell, Juliette Binoche, Dan Cook
IMDB puanı: 7
Zeynop puanı: 6.5


Herkese öncelikle iyi bayramlar dileyerekten bugünkü film yorumuma başlıyorum. Filmimizin adı Dan in Real Life fekat Türkçeye çok alakasız bir şekilde, büyük ihtimalle sinemaya izleyici çekme taktiğiyle, Şamar Oğlanı olarak çevrilmiş. Peki filmin içeriğinin bu üzerinde çok düşünülmüş Türkçe isimle herhangi bir alakası var mı? Hayır yok.


Film için dramatik ögeleri, komedi ögelerine göre daha ağır basan bir romantik-komedi diyebiliriz. Filmi özel yapan ise Steve Carell ve Juliette Binoche gibi iki birbirinden farklı ismi başrole taşıması.


Dan in Real Life, üç kız çocuğu babası dul köşe yazarı Dan'in bir aile buluşmasında kardeşinin sevgilisi Marie'ye aşık olması sonucunda başından geçenleri anlatıyor. Dan eşinin ölümünden sonra aşk meşk olaylarını bir kenara bırakıp kendini kızlarına adamış bir babadır; kızlarını hayatının merkezine oturtması yüzünden ise kimi zaman hayatı onlara zehir eder. Bir kitapçıda tanıştığı ve hemen etkilendiği Marie'nin, erkek kardeşinin sevgilisi olduğunu öğrenmesiyle bir anda hayatı ve duyguları alt üst olur.


Steve Carell için Amerikan TV ve sinema dünyasının yeni komik adamı desek yalan olmaz heralde ama Little Miss Sunshine'da gördüğümüz gibi kendisi dramatik rollerin de başarıyla altından kalkıyor. Bu filmde ise hem komik hem de üzgün adam olmayı aynı anda başarıyor. Juliette Binoche'la ise gerçekten enteresan ama uyumlu bir çift oluşturuyorlar.


Peki filmin kötü yönleri neler? Öncelikle Marie ve Dan'in 10 dakika konuşmayla bu kadar birbirlerine aşık olmaları bir izleyici olarak bana pek inandırıcı gelmedi. İkincisi ise erkek kardeşinin aşık olduğu kızı ayartan Dan'in bize bu kadar sempatik gösterilmesi ve ailenin buna karşı tepkisiz kalması da pek ilginç olmuş. Filmin sonlarına doğru seyirci Dan'e karşı tavır almasın diye erkek kardeşine hikaye örgüsünde hemen acele bir sevgili bulunuyor ve Dan'in yaptıkları ahlaki yönden zararsız şeyler olarak gösteriliyor.


Sonuç olarak, basit bir zaman geçirme filmi. Steve Carell ve Juliette Binoche seviyorsanız izleyin. Aksi takdirde çokta gerekli değil.

Bonneville (2006)





Türkçe adı: Bonneville
Yönetmen: Christopher N. Rowley
Oyuncular: Jessica Lange, Kathy Bates, Joan Allen, Tom Skeritt
IMDB puanı: 6.2
Zeynop puanı: 6.5


Aslında 2006 yapımı olan bu film, ülkemizde 2008 senesinde fark ettirmeden gösterime girdi ve kısa bir süre sonra da usulca gösterimden kalktı. Yol filmlerine oldum olası bayılmışımdır (Thelma & Louise, Little Miss Sunshine, Sideways) Bu filmi de bir yol filmi olması ve üstün oyuncu kadrosundan dolayı izlemeden edemedim.


İlk olarak yine kısaca filmin konusuna bakalım. Arvilla'nın (Jessica Lange) kendisinden yaşça büyük olan kocası Joe hayatını kaybeder. Ölmeden önce Arvilla'ya cesedini yakmasını ve küllerini de etrafa saçmasını vasiyet eder fakat Joe'nun ilk evliliğinden olan kızı Francine bu kül saçılma olayına hiç te sıcak bakmaz. Joe'nun cesedinin annesinin, yani Joe'nun ilk karısının, yanına, California'ya gömülmesini ister ve aksi takdirde Arvilla'yı oturduğu evden çıkarmakla tehdit eder. Arvilla Joe'nun küllerini, iki yakın arkadaşı Mormon Carol (Joan Allen) ve çılgın Margene'i (Kathy Bates) ve de 1966 model Pontiac Bonneville marka arabasını alıp California' ya doğru bir yolculuğa çıkar. Yolculuk,bu 3 kadın için, zaman zaman eğlenceli, zaman zaman tehlikeli, kimi zaman da duygusal bir deneyim olacaktır.


Bonneville için ne yazıkki bir başyapıt diyemeyiz, hatta güzel bir film dememiz de çok mümkün değil ama oyuncu kadrosuyla baştan sona kadar insanı sıkmadan ilerliyor ve yer yer de çok güldürüyor. Kathy Bates'in olduğu her film zaten tereddütsüz izlenir, onunla böyle bir araba yolculuğuna çıkmak da seyirci için gerçekten de büyük bir zevk. Sırf bu yüzden belki izlemek gerek Bonneville'i.


Sonuç olarak eğer yapacak daha iyi bir işiniz yoksa, bir fincan kahve koyun kendinize, koltuga uzanın, hatta mümkünse yanınıza annenizi de alıp izleyin Bonneville'i.

Wall-E (2008)




Türkçe adı: Vol.i
Yönetmen: Andrew Stanton
Oyuncular: Wall-E, Eve
Seslendirenler: Ben Burtt, Elissa Knight, Jeff Garlin, Sigourney Weaver
IMDB puanı: 8.7
Zeynop puanı: 9


Yine yeni bir uzun aradan sonra merhabalar pek sevgili sinemaseverler. Bu verilen uzun ara tabi ki film izlemediğim anlamına gelmiyor; tek sebep tembelliğimden ötürü oturup bir türlü bu filmler üzerine birşeyler yazamamam.


Bugün sizlere tanıtacağım film bir Pixar şaheseri olan Wall-E (ya da Türkçe adıyla Vol-i). Pixar'ın yeri animasyon dünyasında benim için hep ayrı olmuştur. 20th Century Fox'un Ice-Age'i ya da DreamWorks'un Shrek'i Madagascar'ı her ne kadar izlenilebilir olsalar da Pixar'ın ne animasyon kalitesine, ne senaryo derinliğine, ne de duygu geçirme kabiliyetine yetişememişlerdir.


Animasyon dünyasını kasıp kavuran Shrek fırtınası bile, izlerken eğlenceli görünmesine rağmen, izledikten sonra büyük bir etki bırakmaz insanın benliğinde. (Bunların hepsi benim şahsi fikirlerim) Ama bir Kayıp Balık Nemo, bir Ratatoille, ne kadar izlenilse izlensin tadından bir şey kaybetmeyen, ve insanın aklına geldikçe gülümseten filmlerdir.


Tüm bu sebeplerden dolayı Pixar'ın son filmi Wall-E için beklentilerim çok büyüktü. Büyük beklentilerin de genelde büyük düş kırıklıklarına yol açacağı bilinen bir gerçektir ama bu sefer durum böyle olmadı.


Wall-E'nin konusundan kısaca söz etmek gerekirse, film distopik bir Dünya gezegeninde geçmektedir. Beklenen olmuştur ve insanlar tüketim çılgınlığına kendini kaptırıp, Dünya'yı bir çöp gezegen haline getirmişlerdir. Kullan-at politikasını benimseyen insanlar, her şeyde olduğu gibi çareyi Dünya'yı kullanıp, sömürdükten sonra terketmekte bulmuşlardır. Dünya'yı çöp temizleme robotlarına (Waste Allocation Load Lifter Earth-Class aka Wall-E) emanet eden insanlar tüketim çılgınlığına uzayda kendilerine yarattıkları sanal evrende devam etmektedirler. Bu robotlardan bozulmadan görevine devam eden tek robot kahramanımız Wall-E'dir. Koskoca dünyada tek başına görevine devam etmekte olan Wall-E'nin hayatı, Dünya'da bir yaşam formu bulma görevine sahip olan başka bir robot, Eve'le karşılaşınca tamamen değişir.


Filmin ilk 20 dakikası neredeyse tek bir söz bile söylenmeden geçiyor ve film boyunca konuşmalar ve diyaloglar minimuma indirgenmiş. (Sonuçta robotlardan bahsediyoruz) Ama Pixar bize konuşma olmadan da nasıl muhteşem ve inandırıcı karakterler yaratılabileceğini gösteriyor. Çoğu gerçek aktörün senelerce çalışıp aktaramayacağı duyguları, Wall-E gibi bir bilgisayar yaratısı hiç zorlanmadan ekrana aktarıyor ve bu sevilesi karakter sizi filmin başından sonuna kadar avucunun içinde tutuyor. En büyük aşk filmlerinden, en meşhur aşıklardan daha saf, ve gerçek bir sevgiyi gözler önüne seriyor Wall-E. Bu güzel öykünün yanında, çevre ve doğa ile ilgili mesajları da insanın gözüne sokmadan, ama yine de etkili bir şekilde ekrana getiriyor.


Sonuç olarak, hiç zaman kaybetmeden izleyin izlettirin, arşive alıp bir daha izleyin efenim. Çok yaşa Pixar.