Anamorph (2007)





Türkçe adı: Anamorf
Yönetmen: Henry Miller
Oyuncular: Willem Dafoe, Scott Speedman, Clea Duvall
IMDB puanı: 5.8
Zeynop puanı: 6


Blogger'ın sebepsiz sinirlendiren gidişi ve aniden sevindiren geri dönüşünden sonra sinema yazılarımıza devam ediyoruz efenim. Bugunkü filmimiz, başrollerini Willem Dafoe ve Scott Speedman'ın paylaştığı bağımsız bir seri katil filmi olan Anamorph.

Willem Dafoe filmde simetri hastasi bir dedektif olan Stan'i canlandiriyor. Stan 5 sene önce "Eddie Amca" davası adıyla medyada büyük yer bulan bir seri katil davasında çalışmıştır ve bu davada ölen bir genç kız için hala kendini suçlamaktadır. Stan, pişmanlıklar ve saplantılar silsilesi içinde yaşamına devam ederken birden bire yeni bir seri katilin cinayetleriyle, kendini o eski günlerde bulur. Bu seri katil cinayetlerinde "camera obscura" ve "anamorphosis" denilen resim tekniklerini kullanmaktadır. "Anamorphosis"e göre resme bakan kişi ayna benzeri çeşitli aletler kullanarak resme tekrar baktığında, ya da resme bakış açısını değiştirdiğinde resmin apayrı bir halini görmektedir.

Konu gerçekten çok enteresan; "anamorphosis" tekniği de uzun uzun araştırmaya değer. Lakin, ne yazıkki elde bu kadar muhteşem bir malzeme ve süper bir başrol oyuncusu varken, senaryonun zayıflığından ötürü film bekleneni veremiyor. Ortaya atılan pek çok konu bir türlü çözüme ulaştırılmıyor. Filmde gördüğümüz cinayet mahali görüntüleri gerçekten inanılmaz başarılı ve yaratıcı ama filmin başarısı sadece bu görüntülerle ve iç kapatıcı karanlık atmosferin çok doğru bir şekilde yaratılmasıyla sınırlı kalmış.

Bu arada filmin sürprizlerinden birisi de filmde 5 saniye kadar görünen Debbie Harry.

Sonuç olarak film için zaman kaybı diyemeyeceğim çünkü gerçekten çok başarılı sahnelere sahip ama bütüne baktığımızda elindeki konuya yazık etmiş Anamorph. "Çok güzel başladı ama bir türlü sonunu getiremedi" vak'asıyla karşı karşıyayız yine yeni yeniden.

Happiness (1998)


Türkçe adı: Mutluluk
Yönetmen: Todd Solonz
Oyuncular: Jane Adams, Lara Flynn Boyle, Philip Seymour Hoffman, Dylan Baker
IMDB puanı: 7.7
Zeynop puanı: 7.4


Çok çok garip ayrıca da pek absürd ama bir o kadarda gerçek ve inandırıcı bir film Happiness. 1001 film kitabıma göre ölmeden önce izlemem gereken filmlerden birisiymiş kendisi, ben de kitaba olan saygımdan dolayı oturdum izledim, yer yer eğlendim, yer yer iğrendim, şok oldum, şaşırdım. Garip bir duygu ve his cümbüşü yaşadım Todd Solonz'un bu filmini izlerken.


Mutsuz olan fakat mutluluğu farklı yerlerde arayan ve yolları zaman zaman kesişen bir gurup insanı temel alarak, Amerikan toplumunun içinde bulunduğu durumu irdelemeye çalışmış Solonz. Bu küçük örneklem diye adlandırabileceğimiz insan topluluğunda ise saftiriğinden, pedofiline, katilden telefon sapığına ne ararsanız var. Film, izleyicinin ahlaki değerlerini yerle bir etmeye çalışmış. Hostel'i izlerken nasıl bedensel bir iğrenti yaşanılıyorsa Happiness'i izlerken de ruhsal bir iğrenti yaşamak pekala mümkün oluyor. (Özellikle filmdeki baba ve oğulun filmin sonlarına doğru aralarında geçen diyalogda "iyyyy" sesleri oturma odamizda yankilandi)


Sonuç olarak spoiler olmasın diye filmin detaylarına girmeyeceğim ama kendinizi biraz zorlayıp, "challenge" etmek izliyorsanız bu filmi kesinlikle izlemelisiniz.

Punch-Drunk Love (2002)




Türkçe adı: Aşk Sarhoşu
Yönetmen: Paul Thomas Anderson
Oyuncular: Adam Sandler, Emily Watson, Philip Seymour Hoffman
IMDB puanı: 7.4
Zeynop puanı: 7.5


Filmlerini kronolojik olarak biraz tersten izliyor olsam da yönetmen Paul Thomas Anderson beni şimdiye kadar hiç hayal kırıklığına uğratmamış bir yönetmendir diyebilirim. Hem yazıp hem yönettiği Punch-Drunk Love'da Anderson yine yönetmenliğinin hünerlerini göstermiş. Filmin oyuncu kadrosu ise çok enteresan. Kafamda bir araya getirmeyi asla başaramayacağım Adam Sandller, Emily Watson ve pek sevgili Philip Seymour Hoffman gibi 3 oyuncu, bu filmde ilginç bir şekilde bir araya gelmişler ve ortaya da çok hoş bir iş çıkmış.


Filmin konusuna gelelim. Barry Eagan (Adam Sandler) tuvalet fırçası üreten bir firmanın sahibidir. Zaman zaman sinir atakları geçirmesinin yanında da kendisini sürekli küçümseyen ve hayatı ona zehir eden 7 adet kızkardeş (abla)'ya sahiptir. Barry bunun dışında sürekli puding alıp, promosyon olarak verilen, belki de hiç kullanmayacağı uçuş millerini biriktirmektedir. Kendini yalnız hissettiği gecelerin birinde telefon-sex-hattını arar ama konuştuğu kadın kendisine musallat olur; aynı dönemlerde de ablalarından birisinin arkadaşı olan Lena'yla (Emily Watson) aralarında aşk ve sevgi tohumları tomurcuklanmaya başlar. (:P)


Romantik-komedi gibi görünen bu film aslında hem çekim hem de karakterler olarak alıştığımız romantik komedilerden çok farklı bir çizgide ilerliyor; sürekli ses, renk ve ışık oyunlarıyla karşı karşıyayız. Bu sesler ve görüntüler de karakterleri daha iyi anlamamızı ve tanımamızı sağlıyor. Film boyunca beklenmedik tuhaf tuhaf gelişmeler yaşanıyor. Sonuç olarak ta trajik karakterlerden mavi ceketli, huzur verici ve eğlenceli bir aşk filmi ortaya çıkıyor. Adam Sandler için olan önyargılar da birden yokoluyor.


Bence izleyiniz efenim.

The Brave One (2007)




Türkçe adı: İçindeki Yabancı
Yönetmen: Neil Jordan
Oyuncular: Jodie Foster, Terrence Howard, Naveen Andrews, Mary Steenburgen
IMDB puanı: 6.9
Zeynop puanı: 6.8

Yönetmen Neil Jordan, Interview With the Vampire (Vampirle Görüşme) adlı filmiyle oyuncu Jodie Foster'da Silence of the Lambs'iyle (Kuzuların Sessizliği) benden hayat boyu olumlu kredi kazanmışlardır. Bu sebeplerden dolayı da bu şahsiyetlerin filmlerini hep olumlu bir bakış açısıyla izlerim ve kendilerinin beni pek hayal kırıklığına uğratmadıklarını da söyleyebilirim.
The Brave One iyi bir yönetmenle iyi bir oyuncunun bir araya gelerek gerçekleştirdikleri bir proje olmuş. Jodie Foster'ın canlandırdığı Erica Bain New York'ta yaşayan bir radyo programcısıdır ve radyo programın da yaşadığı şehri ve deneyimlerini dinleyicileriyle paylaşmaktadır. Mutlu bir hayatı olan Erica nişanlısı David (Naveen Andrews-Lost'un Sayid'i) ile evlenme planları yapmaktadır; hatta düğün davetiyeleri bile hazırdır. Lakin, parkta yaptıkları bir akşam yürüyüşünde çiftimiz 3 kişinin hain saldırısına uğrar. Saldırı sounucu David hayatını kaybeder ve Erica'da kendini komada bulur. Uyandığında, Erica'nın yaşadığı şehirle olan bağı artık sarsılmıştır ve bu travmadan kurtulması ve içinde yeni yeni filizlenen öfke, korku, paranoya gibi duygularla başetmesi pek kolay olmayacaktır.
The Brave One tam bir "vigilante*" filmi. Hukuktan ve adaletten ümidini kesmiş bir kadın kendi bildiği doğrulara göre hareket edip adaleti sağlamaya çalışıyor. Silah kullanmayı bile bilmeyen Erica filmin süresi boyunca gözünü kırpmadan cinayet işleyen bir kadına dönüşüyor. Bu sertleşmesinin sebebi de aslında haksız olmayan bir sebep; en sevdiği kişiyi sebepsiz yere ve aniden kaybetmesi. Hayat ve deneyimlerin insanı değiştirmesi, en sakin kişilerin bile yaşadıkları yüzünden birer katile dönüşebilmeleri de aslında üzerine düşünülmesi gereken bir husus.

Bu arada Jodie Foster filmi alıp tek başına götürmüyor tabi ki. Terrence Howard'da adalet ve yasalar konusunda kendine has düşünceleri olan dedektif Mercer rolünde çok güzel bir performans sergiliyor.

Sonuç olarak yer yer duraklasa da, sıkmadan kendini izletebilen ortalama bir film olmuş The Brave One. Filmin afişine bakınca sanki Jodie Foster'ın kötü adamları kovaladığı bir aksiyon filmi izleyeceğim hissine kapılmıştım ama hiç de öyle olmadı. Aksiyondan çok duygusal yönü daha ağır basan bir film.

*vigilante: yasal yetkisi olmadan düzeni sağlamaya çalışan kişilere verilen isim.