The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2007)
Etiketler: Oturma Odamdan | 1 yorum
Burn After Reading (2008)
Yönetmen: Ethan & Joel Coen
Oyuncular: George Clooney, Frances McDormand, Brad Pitt, John Malkovich, Tilda Swinton
Zeynop puanı: 8
Etiketler: Sinema Salonlarından | 2 yorum
Dan in Real Life (2007)
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Bonneville (2006)
Yönetmen: Christopher N. Rowley
IMDB puanı: 6.2
Zeynop puanı: 6.5
Etiketler: Oturma Odamdan | 1 yorum
Wall-E (2008)
Yine yeni bir uzun aradan sonra merhabalar pek sevgili sinemaseverler. Bu verilen uzun ara tabi ki film izlemediğim anlamına gelmiyor; tek sebep tembelliğimden ötürü oturup bir türlü bu filmler üzerine birşeyler yazamamam.
Bugün sizlere tanıtacağım film bir Pixar şaheseri olan Wall-E (ya da Türkçe adıyla Vol-i). Pixar'ın yeri animasyon dünyasında benim için hep ayrı olmuştur. 20th Century Fox'un Ice-Age'i ya da DreamWorks'un Shrek'i Madagascar'ı her ne kadar izlenilebilir olsalar da Pixar'ın ne animasyon kalitesine, ne senaryo derinliğine, ne de duygu geçirme kabiliyetine yetişememişlerdir.
Tüm bu sebeplerden dolayı Pixar'ın son filmi Wall-E için beklentilerim çok büyüktü. Büyük beklentilerin de genelde büyük düş kırıklıklarına yol açacağı bilinen bir gerçektir ama bu sefer durum böyle olmadı.
Wall-E'nin konusundan kısaca söz etmek gerekirse, film distopik bir Dünya gezegeninde geçmektedir. Beklenen olmuştur ve insanlar tüketim çılgınlığına kendini kaptırıp, Dünya'yı bir çöp gezegen haline getirmişlerdir. Kullan-at politikasını benimseyen insanlar, her şeyde olduğu gibi çareyi Dünya'yı kullanıp, sömürdükten sonra terketmekte bulmuşlardır. Dünya'yı çöp temizleme robotlarına (Waste Allocation Load Lifter Earth-Class aka Wall-E) emanet eden insanlar tüketim çılgınlığına uzayda kendilerine yarattıkları sanal evrende devam etmektedirler. Bu robotlardan bozulmadan görevine devam eden tek robot kahramanımız Wall-E'dir. Koskoca dünyada tek başına görevine devam etmekte olan Wall-E'nin hayatı, Dünya'da bir yaşam formu bulma görevine sahip olan başka bir robot, Eve'le karşılaşınca tamamen değişir.
Filmin ilk 20 dakikası neredeyse tek bir söz bile söylenmeden geçiyor ve film boyunca konuşmalar ve diyaloglar minimuma indirgenmiş. (Sonuçta robotlardan bahsediyoruz) Ama Pixar bize konuşma olmadan da nasıl muhteşem ve inandırıcı karakterler yaratılabileceğini gösteriyor. Çoğu gerçek aktörün senelerce çalışıp aktaramayacağı duyguları, Wall-E gibi bir bilgisayar yaratısı hiç zorlanmadan ekrana aktarıyor ve bu sevilesi karakter sizi filmin başından sonuna kadar avucunun içinde tutuyor. En büyük aşk filmlerinden, en meşhur aşıklardan daha saf, ve gerçek bir sevgiyi gözler önüne seriyor Wall-E. Bu güzel öykünün yanında, çevre ve doğa ile ilgili mesajları da insanın gözüne sokmadan, ama yine de etkili bir şekilde ekrana getiriyor.
Sonuç olarak, hiç zaman kaybetmeden izleyin izlettirin, arşive alıp bir daha izleyin efenim. Çok yaşa Pixar.
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Be Kind Rewind (2008)
Yönetmen: Michel Gondry
Oyuncular: Jack Black, Mos Def, Danny Glover, Mia Farrow, Melonie Diaz
Michel Gondry için sinema dünyasının son yıllardaki en yaratıcı yönetmenlerinden biridir desek yalan olmaz sanırım. Eternal Sunshine of the Spotless Mind ile kendini kanıtlayıp, The Science of Sleep'le de bizleri hayal kırıklığına uğratmamıştı kendisi. Bu iki filmde aşk üzerine konuşmuş olan Gondry, Be Kind Rewind'da dostluk, arkadaşlık ve sadakat temalarına odaklanmış.
Mike (Mos Def), DVD çağında ayakta kalmaya çalışan "Be Kind Rewind" (Lütfen geri sarın) adlı bir VHS video dükkanında çalışmaktadır. Dükkanın sahibi Mr.Fletcher (Danny Glover) bir gün ufak bir yolculuğa çıkar ve dükkanı Mike'a emanet eder. Mike'ın, sürekli sorun yaratan, en yakın dostu Jerry (Jack Black) bir elektrik santralının yanında yaşamaktadır. Santralde elektrik akımına maruz kaldığı bir gün dükkana gelir ve tüm video kasetlerin silinmesine sebep olur. Dükkanı ayakta tutmak için Jerry ve Mike kendi imkanlarıyla kasetlerdeki filmleri tekrar çekmeye başlarlar.
Kendimi bir Jack Black sever olarak tanımlayamam, hatta filmlerdeki abartılı hareketleri beni hep rahatsız etmiştir ama bu film için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu filmde Jack Black bile pek bir sevimli göründü gözüme. Mos Def zaten başlı başına çok sempatik. Diğer sürprizler ise Danny Glover, Mia Farrow ve Sigourney Weaver.
Jerry ve Mike'ın çektiği "sweded" filmler arasında ise ne arasanız var. Ghostbusters'dan King Kong'a, Lion King'den Rush Hour 2'ye kadar pek çok film bu ikilinin elinden geçiyor. İkilinin film çekmekteki yaratılıcıkları ise takdire değer. Bu güzel fikirleri görünce, elinize kamerayı alıp hemen kendinizi sokağa atasınız geliyor.
Bu sıcacık film bize dostlukların önemini, eski mahalle kavramını ve sinemayı neden bu kadar çok sevdiğimizi hatırlatıyor bir kez daha. Doğa üstü öğeler filmdeki gerçeklikle çok iyi bir şekilde harmanlanmış ve hiçbirşey saçma gelmiyor. (bkz.Eternal Sunshine of the Spotless Mind)
Gondry için belki de "Büyülü Gerçekçilik" tarzının sinemadaki kullanıcısı diyebiliriz.
Yani neymiş? Bu filmi izlemeliymişiz. Evet.
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Anamorph (2007)
Yönetmen: Henry Miller
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Happiness (1998)
Oyuncular: Jane Adams, Lara Flynn Boyle, Philip Seymour Hoffman, Dylan Baker
IMDB puanı: 7.7
Zeynop puanı: 7.4
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Punch-Drunk Love (2002)
Etiketler: Oturma Odamdan | 3 yorum
The Brave One (2007)
Türkçe adı: İçindeki Yabancı
Yönetmen: Neil Jordan
Oyuncular: Jodie Foster, Terrence Howard, Naveen Andrews, Mary Steenburgen
IMDB puanı: 6.9
Zeynop puanı: 6.8
Yönetmen Neil Jordan, Interview With the Vampire (Vampirle Görüşme) adlı filmiyle oyuncu Jodie Foster'da Silence of the Lambs'iyle (Kuzuların Sessizliği) benden hayat boyu olumlu kredi kazanmışlardır. Bu sebeplerden dolayı da bu şahsiyetlerin filmlerini hep olumlu bir bakış açısıyla izlerim ve kendilerinin beni pek hayal kırıklığına uğratmadıklarını da söyleyebilirim.
Bu arada Jodie Foster filmi alıp tek başına götürmüyor tabi ki. Terrence Howard'da adalet ve yasalar konusunda kendine has düşünceleri olan dedektif Mercer rolünde çok güzel bir performans sergiliyor.
Sonuç olarak yer yer duraklasa da, sıkmadan kendini izletebilen ortalama bir film olmuş The Brave One. Filmin afişine bakınca sanki Jodie Foster'ın kötü adamları kovaladığı bir aksiyon filmi izleyeceğim hissine kapılmıştım ama hiç de öyle olmadı. Aksiyondan çok duygusal yönü daha ağır basan bir film.
*vigilante: yasal yetkisi olmadan düzeni sağlamaya çalışan kişilere verilen isim.
Etiketler: Oturma Odamdan | 1 yorum
Righteous Kill (2008)
Yönetmen: Jon Avnet
Oyuncular: Robert De Niro, Al Pacino, 50 Cent, Carla Gugino, Donnie Wahlberg, John Leguizamo
IMDB puanı: 6.7
Zeynop puanı: 6
Etiketler: Sinema Salonlarından | 0 yorum
Hollywood Ending (2002)
Film dıştan basit bir fars olarak görünse de aslında içinde sanatsal yaratının zorlukları, ailenin önemi, Hollywood’da işlerin işleyişi, Fransız sinemasının özü ve körlük gibi temalarda alttan alta ufak mesajlar da taşıyor. Yönetmenin körlüğü ise fiziksel körlükten çok zihinsel bir körlüğün metaforu şeklinde sunulmuş izleyiciye. Spoiler olabilir, dikkat ediniz: Filmin sonunda Val’in kör bir biçimde çektiği film Amerika’da yerden yere vurulurken, değişik teknikler kullanıp sinema dilini altüst ettiği için Fransa’da büyük beğeni kazanıyor. İşin ironik yanı ise Woody Allen’in Hollywood Ending adlı bu filminin Amerika’da aynen filmdeki gibi beğenilmeyip 2002 yılı Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan film olması. Yani, Val’in tabiriyle “Thank God the French exist.”
Sonuç olarak Hollywood Ending, yer yer Woody Allen’ın ince mizahından nasibini alan, izlemesi keyifli ama daha fazlası olmayan bir film olmuş. Eğer Woody Allen izlemeye yeni başlıyorsanız size tavsiyem Annie Hall, Zelig, Manhattan ya da Manhattan Murder Mystery ile başlamanız olacaktır.
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
MirrorMask (2005)
Türkçe adı: Aynadan Maske
Yönetmen: Dave McKean
Oyuncular: Stephanie Leonidas, Jason Barry, Gina McKee, Rob Brydon
IMDB puanı: 7.1
Zeynop puanı: 7.6
Neil Gaiman yazmış (Sandman çizgi romanlarını biz fanilere bağışlayan ve Stardust adlı fantastik romanı sinemaya uyarlanan ünlü yazar). Dave McKean yönetmiş (Sandman ve Hellblazer çizgi romanlarının çizeri). Bu üstün hayal gücü sahibi beyin takımından kötü bir işin çıkacağını düşünmek zaten büyük bir hata olurdu. Gaiman ve McKean ikilisi ellerindeki kısıtlı imkanlarla, hem görsel hem de hikayesel (böyle bir kelime var mı acaba? hmm) bakımdan çok başarılı ve etkileyici bir filme imza atmışlar. Sinema filmlerinde yüzlerini görmeye pek aşina olmadığımız oyunculardan oluşan geniş oyuncu kadrosu da filmde eleştiriye yer vermeyecek şekilde, tertemiz performans sergiliyorlar. Özellikle başroldeki Kıbrıs asıllı oyuncu Stephanie Leonidas'a dikkat çekmek isterim. Belki biraz alakasız ama "screen presence"ı (iğrencim biliyorum ama çeviremedim Türkçe'ye) bana Ellen Page'i hatırlattı.
Efenim, sonuç olarak uzun lafın kısası, güzel film, hoş film. Fantastik türde filmleri seviyorsanız izleyiniz, izletiniz.
Etiketler: Oturma Odamdan | 1 yorum
Mirrors (2008)
Türkçe adı: Aynalar
Yönetmen: Alexandre Aja
Oyuncular: Kiefer Sutherland, Paula Patton, Amy Smart
IMDB puanı: 6.2
Zeynop puanı: 5.7
Kısaca konuyu özetlemek gerekirse, Ben Carson (Kiefer Sutherland) bir polis memurunun ölümüne sebep olduğu için askıya alınan bir gizli dedektiftir. Gerçek işine geri dönemediğinden dolayı ise para kazanmak için yanmış eski bir alışveriş merkezinde gece bekçisi olarak göreve başlar. (Yanmış alışveriş merkezinin gece bekçisine neden ihtiyacı olur diye uzun uzun düşünmelerimiz sonucunda, tinerciler, evsizler orayı mekan bellemesinler diye olabilir dedik ama hala tam oturmadı) Bu görevi sırasında alışveriş merkezindeki aynalar kendisiyle iletişim kurmaya başlar ama tabi ki bu bir korku filmi olduğundan dolayı, bu iletişim pek de kurulmak istenen türden bir iletişim değildir. Ben Carson'un yapması gereken ailesini ve sevdiklerini korumak için aynaların ondan ne istediğini anlamak ve bu taleplerini yerine getirmektir.
Film için tam anlamıyla bir klişeler cümbüşü diyebiliriz ve işin kötü yanı Mirrors, bu klişeleri dalga geçmek için değil, tam aksine gayet ciddi bir biçimde kullanıyor. Örneğin, Ben Carson, işini kaybettikten sonra alkole başlamış ve bu yüzden de eşiyle ayrılmış ve ailevi sorunlar yaşamaktadır.(Klişe 1) Aynalar geçmişte aynı mekanda olan bir olaya işaret etmektedir.(Klişe 2) Ve daha niceleri.. Filmin korku ve gerilim adına verdiği tek his ne yazıkki anlık sıçramalardan ibaret. Spoiler vermeyeceğim ama sürpriz son diye ballandırıla ballandırıla anlatılan olay da filmin başından beri izleyicinin gözüne sokuluyor zaten, ve dikkatli bir izleyici olayların nasıl sona ereceğini gayet kolay bir şekilde tahmin edebilir.
Kiefer Sutherland'e gelince özellikle filmin sonlarındaki aksiyon sahnelerinde tam bir Jack Bauer'a dönüşüyor. Her an CTU'da Chloe'yi arayıp yardım isteyebilirmiş gibi geldi bana. Öyle üstün oyunculuk kabiliyeti gerektirmeyen bu filmde Sutherland'in aktörlüğüyle ilgili bir yorumda bulunamayacağım.
Kısaca yer yer gerilmek, zıplamak istiyorsanız izleyin ama benim fikrimi sorarsanız Mirrors zıplatırken bile sıkıcı olmayı başaran bir film, kanlı sahneler ise sadece mide bulandırıcı.
Etiketler: Sinema Salonlarından | 0 yorum
The Man Who Fell to Earth (1976)
Yönetmen: Nicolas Roeg
Oyuncular: David Bowie, Rip Torn, Candy Clark
IMDB puanı: 6.7
Zeynop puanı: 6.3
Flashbacklerle Newton’un yola çıkışını ve kendi gezegeninde yaşam mücadelesi veren karısını ve iki çocuğunu görüyoruz. Kimi sahneler gerçeküstücü bir tablodan fırlamış gibi bir görüntü sergiliyor; lakin senenin 1976 olduğunu göz önüne alırsak, bu uzaylı sahnelerinin yer yer komişkleştiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz tabi. Ama bu sahnelerin günümüzün izleyicisine komik gelme potansiyeli çok yüksek olsa da, yönetmen Roeg kendi dönemine göre bu çekimlerde iyi ve enteresan bir iş çıkarmış.
Film, ilk yarısında anlaşılabilir bir şekilde ilerliyor fakat ikinci yarıda kopuk ve bağlantısız sahneler bir araya gelince ne yazıkki izleyicinin filmden kopuşu gerçekleşebiliyor. Filmi izledikten sonra kitabın özetini okuduğum zaman The Man Who Fell to Earth’de ne olup bittiğini daha iyi anladım diyebilirim çünkü kitapta olup filmde olmayan pek çok sahne ve atlanmış enstantene var ve bunları bilmeden de filmi tam anlamıyla kavramak mümkün değil.
Filmin en önemli nimeti de David Bowie; bakır kızılı saçları, beyaz teni ve androjen görüntüsü ile bir dünyalıya benzemediği çok açık. Bu yüzden de “dünyaya düşen adam” karakterini büyük bir başarıyla canlandırıyor.
Sonuç olarak The Man Who Fell to Earth günümüzde kült statüsüne erişmiş ve Ölmeden Önce İzlemeniz Gereken 1001 Film adlı kitapta da da yerini bulmuş bir eser. Ama film boyunca sıkılmayacağınızı ve elinizin uzaktan kumandanın “2x ile ileriye sar” tuşuna gitmeyeceğini garanti edemem.
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
There Will Be Blood (2007)
Filmin ana karakteri Day-Lewis’ın canlandırdığı Plainview, Little Boston yöresinde iyi bir petrol kaynağı olduğu bilgisini alıyor ve yanına evlat edindiği oğlunu ve tüm aletlerini alıp yola çıkıyor. Little Boston gerçekten inanılmaz bir petrol kaynağına yataklık yapıyor, lakin işler istenildiği gibi yani “haydi petrolü çıkaralım ve hemen zengin olalım” şeklinde yürümüyor. Plainview zengin olmak uğruna bu yolda pek çok şeyden ödün vermek zorunda kalıyor. İnsanların hatta din kurumlarının dahi bu güç savaşı içerisinde yer alarak ne kadar kolay yozlaşabileceğini, bireylerin hayat boyu savundukları değerleri para ve maddi güç karşılığında en aşağılık biçimde ve kolayca nasıl hiçe sayabileceklerini görüyoruz film boyunca. Yönetmenlikdeki başarısı Magnolia (1999) ile tescillenmiş olan Paul Thomas Anderson, There Will Be Blood’da dönemin petrol bezeli Amerikasını resmetmekte büyük bir ustalık gösteriyor. Filmin sürprizi ise Little Miss Sunshine’da Nietzche hayranı suskun Dwayne olarak izlediğimiz Paul Dano. Kendisi rahip Eli Sunday olarak çok inandırıcı bir performans sergiliyor.
Film için şimdiye kadar yapılmış en iyi filmlerden birisi ne yazıkki diyemeyeceğim ama mesajını güzelce veren, bitmesi gerektiği yerde biten ve oyunculuklarıyla ve görüntüleriyle göz dolduran bir film olmuş There Will Be Blood.
Etiketler: Oturma Odamdan | 0 yorum
Mamma Mia! (2008)
Türkçe Adı: Mamma Mia
Yönetmen: Phyllida Lloyd
Oyuncular: Meryl Streep, Amanda Seyfried, Pierce Brosnan, Colin Firth, Stellan Skersgard, Christine Baranski, Julie Walters
IMDB Puanı: 7
Zeynop Puanı: 7.6
2008 yazının en eğlenceli filmi diyebilirim Mamma Mia için. Abba’nın şarkılarından oluşan Mamma Mia müzikali senelerdir Broadway’de boy gösteriyordu ve bu yüzden Chicago ve The Producers gibi müzikaller gibi beyaz perdeye uyarlanması kaçınılmazdı diyebiliriz.
Yine kısaca konuyu özetlemek gerekirse, annesiyle birlikte küçük bir Yunan adasında yaşayan Sophie düğün hazırlıkları içerisindedir ve kendisini kilisede babasının damada teslim etmesini istemektedir; lakin, babasının kim olduğu konusunda hiçbir fikri yoktur. Bir gün annesinin eski günlüklerini karıştırır babası olma ihtimali olan 3 kişiyi bulur ve bu 3 şahsı düğününe annesinden gizli bir şekilde davet eder.
Sophie’nin annesi Donna Sheridan’ı canlandıran Meryl Streep film boyunca yerinde durmuyor, zıp zıp, hop hop, bu yaşta bende bile yok bu enerji. Kendisinin şarkı söyleme kabiliyeti de muhteşem. Özellikle “Money, Money, Money” performansına bayıldım. Sophie’yi canlandıran Amanda Seyfried ve Sophie’nin koca adayı Sky (Dominic Cooper) da bayağı iyi şarkı söylemişler. Colin Firth de iyi sayılır ama Stellan Skarsgard, Julie Walters bir de Pierce Brosnan için aynı şeyleri ne yazıkki söyleyemeyeceğim. Pierce Brosnan’ın ses tonu şahsi kanaatimce yer yer Bruce Springsteen’i andırıyor olsa da ne yazıkki notaları pek tutturamıyor kendisi.
Ama genel olarak bakıldığında enerjisini ve doğallığını bir saniye bile kaybetmeyen bir filmden söz etmekteyiz burada. İçinde öyle derin anlamlar, çılgın mesajlar aramaya gerek yok. Film boyunca yüzünüz gülüyor, ayaklar tempo tutuyor, ABBA’ya olan saygınız artıyor, daha ne olsun?
Etiketler: Sinema Salonlarından | 0 yorum
The Strangers (2008)
Yönetmen: Bryan Bertino
Oyuncular: Liv Tyler, Scott Speedman ve 3 tane maskeli kişi.
IMDB puanı: 6.7
Zeynop puanı: 6
Yeni Blog’umun açılışını Bryan Bertino’nun The Strangers adlı filmiyle yapmış bulundum. Öncelikle kısaca filmin konusundan bahsedeyim.
Kristen ve James ilişkilerinde çalkantılar yaşayan bir çifttir ve filmimiz onların gece yarısı James’in ailesinin boş evlerine gelmeleriyle başlar. Kristen ve James’in arasındaki sorun acaba ne diye düşünürken zavallı James’in o gece Kristen’e evlenme teklif ettiğini, kız kabul eder düşüncesiyle de ailesinin evini bir güzel gül yapraklarıyla süslediğini, şampanyalar hazır ettiğini görürüz. Fakat Kristen “Henüz hazır değilim James” diyerek James’in duygularıyla oynamıştır, ve ikili arasında filmin ilk anlarında başgösteren iletişim kopukluğunun da yegane sebebi budur. Evde o gece yaşayacakları olaylar çiftimizi tekrar birbirine yaklaştıracaktır yaklaştırmasına ama bir yandan da ikisini de doğduklarına pişman edecektiir. James ve Kristen kendi dertleriyle boğuşurlarken birden kapı çalar, garip görünüşlü bir kadın “Tamara evde mi aceba?” diye sorar ve olaylar başlar. Ev artık 3 maskeli şahıs (1i erkek, 2si kadın) tarafından çevrelenmiştir ve bu 3 kişi gece boyunca evin 2 sakinine fiziksel ve ruhsal şiddet uygulamaya başlarlar. “Peki neden?” diye sorarsanız da cevap maskeli şahıslardan gelir “Çünkü evdeydiniz”.
Sebepsiz şiddet konulu filmleri düşündüğümüzde aklıma ilk gelen Haneke’nin Funny Games adlı filmidir. Haneke bir yandan sebepsiz şiddet kavramını sorgularken, bir yandan da izleyicinin beklentileriyle oynayıp seyircinin filmi baştan sona izleyerek bu şiddete tanık olmayı seçtiği ve daha fazlasını da görmeyi arzu ettiği gerçeğini yüzüne vuruyor.
The Strangers'a baktığımızda ise durum bundan epey farklı. Filmin vermeye çalıştığı bir mesaj yok. Filmin tek amacı, seyirciyi ses efektleri ve ani çıkışlarla zıplatıp, garip görünümlü maskelerle korkutmak. Hakkını verelim ki bu amacına ulaşıyor. Ama film bittiğinde “Eee, ne yani?” demekten kendinizi alamıyorsunuz. 85 dakikalık bu sebepsiz şiddet gösterisi şahsınızda büyük bir sinir ve rahatsızlık uyandırıyor. (En azından bende uyandırdı)
Bu arada filmin başında ekrana “Film gerçek olaylardan esinlenmiştir” diye bir yazı çıkıyor ve film boyunca düşünüyorsunuz, acaba bu olaylar gerçekten oldu mu diye. Ama filmin esinlendiği asıl olay şuymuş: Yönetmen küçük bir çocukken kapısı çalmış ve gelen adam tanımadığı birisinin evde olup olmadığını sormuş. Bundan sonra da öğrenmişlerki mahallelerinde boş evleri soyan bir çete varmış. Nereden nereye.
Etiketler: Sinema Salonlarından | 0 yorum